GELİBOLU
Kitabın ilk basımındaki kapağı konuya
daha uygundur açık bir şekilde tek bir kişinin iki farklı ülkede de asker
olduğunu anlayabiliyoruz ve bu tasarım daha fazla ilgi uyandırıyor. Diğer
kapaklar ise daha üstü kapalı bir şekilde tasarlanmış.
Arka kapakta ise her kitabın arka
kapağında olması gerektiği gibi kitaba merak uyandıracak bir paragraf bulunuyor.
”Buket Uzuner, romancılığın doruklarında bir başyapıta daha imza atıyor” bu söz
beklentileri yükseltiyor yüksek beklentiler veren bu kitap dört yıllık bir
çalışma sonucu ortaya çıkan bir kitap bu süre beklentileri karşılamak için
yeterlidir belki de, bazısı için dört yıl çok uzun gelse de sağlam bir edebi
eser ortaya çıktıktan sonra süreye çok fazla takılmayıp kitabın zevkine varmak
gerekir.
Yazar Biyoloji ve Çevre bilimi
eğitimi almış Türkiye’de Hacettepe ve ODTÜ’de çalışmış ayriyeten Norveç, ABD ve
Finlandiya’daki üniversitelerde de çalışmalarda bulunmuştur. Şuan Alfa Everest
yayınları için yabancı edebi yayımlar konusunda edebi danışmanlık yapıyor.




Kariyeri bu kadar parlak olan bir
yazardan büyük beklentilerde bulunmak doğaldır. Kitabın konusu zaten arka
kapakta verilmiştir. Kitabın teması ise bence kitabın 259.sayfasındaki Alican
Çavuş’un sözüdür.”…Fakat öğrendim ki, insan kanının milliyeti yoktur. İnsan
kanı kırmızıdır ve her yerde aynı derecede möhimdir. İnsan daima insandır kızım...”
Kültürümüzle ve tarihimizle nasıl
övünebiliyorsak onların kötü yanları ile yüzleşmeyi de bilmemiz gerekir. Bu
kitap bunu yapmaya teşvik ediyor ve öteki taraftan da Çanakkale’ye hiç gitmemiş
her Türkün kendini sorgulamasına yol açacak bir kitap.
SARSICI BİR ROMAN…
Yazarın betimlemesi beni etkiledi tam
bir insan sarrafı denilebilecek nitelikte. Duygu yüklü bir kitap ve
karakterleri vefalı olduğundan okuyucuyu etkileyebilir bununla ilgili olarak şu
örneği verebilirim “Denizin içinde dikilip, gözlerini Conkbayırı’na kadar
uzatmış, oralarda devam eden çok hareketli bir şeyleri takip ediyor, bu sırada
dudaklarını ısırmayı sürdürüyordu. Sonra yavaş yavaş yürüyerek çıktı denizden.
Sahilden bir avuç çakıl taşı aldı, onları avucunun içinde okşadı ve ağlamaya
başladı, hıçkırıksız, gösterişsiz, için için kahrolarak, uzaktaki birisine dert
yanarak belki de dua okuyarak ağladı”
Roman bölümlerinin sırasını takip
etmekte zorluk çekilebilir. Kitabın büyük bir bölümünü oluşturan mektuplarda
günümüzde televizyonlarda verilen “kamu spotu” gibi mesaj ve hissettirmeden
öğüt verilmeye çalışılmıştır fakat bu çok belli olduğundan doğallığı ve
samimiyeti bozmuştur. Mektuplar çok uzun ve çok sayıda olunca haliyle kitabı
çok dikkatli ve not alarak okumak gerekir.
Her an Viki dedesinin hayat öyküsünün
devamını aramaktan vazgeçecek gibi dursa da bu işin peşini bırakmayacak bu
sadece yazarın bir taktiği.
Dört yıllık bir çalışma sonucunda bu
kitabı yazdığı için yazara güvenmek istiyorum ve bunu yazmanın bir farkındalık
olduğunu düşündüğüm için yazarı tebrik ediyorum. Bahsettiğim şu Çanakkale
Savaşı’nda iki düşman ülke askerlerinin kendi aralarında dostça konuşması
birbirlerine konserve ve sigara değiş tokuşunda bulunmaları ve düşman askerinin
Türk subayını övmesi “Kahraman Düşmanım” söyleminin doğru olduğunun bir
kanıtıdır herhalde.
Okuyucu kitabı anlamaya çalışmakta
güçlük çekebilir yapbozun parçalarını birleştirmeye çalışırken yorulup konudan sıkılabilir.
Karışıklığın okuyucuda negatif bir izlenim yaratacağı olasıdır.
Okuyucu tabanının ulusalcı ve
milliyetçi olacağını tahmin eden yazar övgüleri bolca kullanmış ve okuyucuyu bu
yönden mutlu etmiştir. Kitabın konusunu göz önünde bulundurursak bunu tahmin
etmesi zor değildir.
Kitabın Çanakkale’de geçmesinden
dolayı oranın yöresel ağzıyla yazılan konuşmaların çoğunlukta olması doğal ama
bazı yerlerde sorun var örneğin konuşmanın İstanbul Türkçesiyle yazılıp sonra
bir anda yöresel ağza dönmesi çok yanlış işte bununla ilgili bir örnek ”Aynı
günlerde Ece yaylası Köyü’nden Sünnetçi Hasanın kızı Meryem saatlerdir ortadan
kaybolan altı yaşındaki kardeşi İsa’yı aramakla meşguldü. Osmanlı Devleti,
Çanakkale köylülerini harpten korumak için nispeten emniyetli olan uzak köylere
yerleştirivermişlerdi. Ece yaylası Köyü’nün kadınları ve çocukları da (burada
ağız başlıyor) şimcik adı Evreşe olan o zamanki Kadıköyüne gönderilmişti.
Köydeki Rumlarla birbirlerine heç bulaşmadan yan yana yaşar giderlerdi. Harp
esnasında zati sığındıkları köybilem tekinsizken…”belli yerleri İstanbul
Türkçesiyle sonrası ise yöresel ağızla yazılmış burada bir özensizlik vardır.
Tarihi o anı yaşayanlardan öğrenmek
bence tarafsız olmak açısından daha iyidir. Mektuplardan ve Beyaz Hala’nın
dediklerinden tarafsız bir sonuca varabiliriz çünkü o insanları herhangi bir
çıkarları yoktur.
İnsanlar bazen doğruları açıklamaktan
korkarlar yapılan baskılardan dolayı. Gazetecilere yapılan açıklamaların
gerçekleri yansıtmaması bu gerekçeden dolayıdır ve yazar bunu güzel bir şekilde
yansıtmıştır. Medyayı kullanmıştır, mahalle baskısını kullanmıştır hatta
diplomatların yapmış oldukları açıklamaları kullanmıştır ve bu sır bu yapılan
baskılarda dolayı Beyaz Hala, Ali Osman ve Viki arasında gizli olarak
kalmıştır.
Kitabın finali ise tam bir final
edasında değildir sanki kitap iki ciltten oluşuyor da ikinci ciltte Ali
Osman’la Viki evlenecek ya da biz Türk’ler bu şekilde biten kitaplara,
filmlere, dizilere alıştığımızdan mıdır bilmem bende bu şekilde bir beklenti
oluştu.
Çanakkaleli biri olarak gerçektende
Gelibolu’nun ayazı yamandır. Hiç acımaz, çarpar insanı
Hiç acımaz, çarpar insanı
Acımaz hiç Gelibolu’nun ayazı
Gelibolu’nun
Gelibolu
Uzun Beyaz Bulut
GELİBOLU
Eleştiri Yazısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder